Koronavirüs sebebiyle, yaklaşık bir ayı geçen bu olağandışı süre içerisinde pek çoğumuz gibi ben de stresli hissediyorum. Yaşam ne zaman normale dönecek? Koronavirüs bana bulaştı mı? Peki ya sevdiklerime? Ya anneme, babama bulaşırsa? Çocuğuma nasıl açıklayacağım? Çalışamıyorum geçimimi nasıl sağlayacağım? Çalışıyorum virüs ya bana bulaşırsa? Ben de evdekilere bulaştırırsam? Çocuğum evde çok sıkıldı, markete gitmek, dışarıda vakit geçirmek istiyor. Evden çıkmamam gerek ama temel gıdaları almam için evden çıkmam da gerek. Sipariş verirsem ve eğer kargo getiren kişi virüs taşıyıcısıysa, bana bulaşırsa? Peki ya poşetler? Dışarıdan aldığım her şeyi yıkamalıyım. Hatta aldıklarımın temas ettiği tüm yüzeyleri, evin girişini, mutfağın parkelerini, mutfak tezgahını da silmeliyim. Peki ya o esnada telefonuma dokunduysam? Derhal onu da dezenfekte etmeliyim. Temizlik takıntım mı başlıyor? Hasta olmaktan iyidir herhalde? Zihnimde bu düşünceler uçuşurken, haberleri takip etmek için belirli vakitler ayırdım kendime.
Sosyal medyadan uzaklaşıp sakinleşmeye başlamıştım ki; 10 Nisan Cuma 23.00 sularında telefonum çaldı. 12 Nisan Pazar 00.00’a kadar sokağa çıkma yasağı gelmiş. Evdeki içilebilecek su miktarı azdı, bana yeteceğini hiç düşünmüyordum. Hemen su sipariş etmek istedim. Ama ne yazık ki oldukça yoğunlardı ve üstelik onlar da çalışmayacaklarını duyurdular. EYVAH! deyiverdim birden. Balkona çıktım pek çok kişi dışarıda, alış veriş yapmak için benzin istasyonundaki markete çıkmıştı. En başta yoğun bir kaygı hissetmiyordum ama insanları görünce, kaygı hissim yoğunlaştı. Neticede bir aydır belirsizliğin içinde yaşıyorduk. Üstelik bu iki günlük yasağın uzatılmayacağının garantisini kim verebilirdi? Maskemi ve eldivenimi takıp ben de benzinlikteki markete gittim. Uzun süren beklemenin ardından sıra bana gelmişti nihayet, ama pek çok insan su aldığı için son 2 adet sudan yalnızca birini alabildim, diğerini de arkamdaki kişi alabilirdi ve böylelikle bencillik etmiş olmazdım.
Evime döndüm, sosyal medyada gezinirken “luppo” ve “coca cola” alan kişilerle ilgili alaylı paylaşımlara rastladım. Pek çok kişi bu insanların bencil olduğuyla ilgili gönderi paylaşmıştı. Öyle ya şimdi bakınca da “bencil” gibi geliyor. Ama beynin işleyişini ve insan davranışlarına nasıl yansımalarda bulunduğunu anlamaya çalışan bir psikolog olarak, biraz düşündüm ve bunun asla bencillik olmadığına kanaat getirdim. Bugün biliyoruz ki; beyin bir tehlike karşısında merkezi sinir sistemini aktifliyor. Yani aç kalmak, susuz kalmak gibi hayati önem taşıyan pek çok şey karşısında insan iki tepki verebiliyor. “Savaşmak” ya da “kaçmak”. Tam bu anda, insan kendisini oldukça kaygılı, gergin hissediyor, vücut faaliyetlerini azaltıyor, enerji tüketiyor. Dolayısıyla böyle bir durumdayken mantıklı düşünmek “lüks” oluyor. Çünkü temel ihtiyaç, hayatta kalmak. Panik, stres anında mantıksız şeylerin yapılmasından daha doğal ne olabilir ki? Hatta İspanya’da MERS salgını döneminde pek çok insan hayatta kalmak için sarımsaktan kolye yapmış, bunu takmışlardır. Temel besin gıdası almayıp luppo almak da coca cola almak da bazı insanlar için hayatta kalmak gibi aslında. Uzun yıllardır bilindiği gibi, çikolata, şeker içeren pek çok yiyecek serotonin ve dopamin düzeyini arttırıyor. Yani bu yiyecekleri tercih eden kişiler aslında duygu düzenleme amacıyla satın alıyor. Herkesin duygu düzenleme becerisi farklılık gösterebilir. Mesela, luppo alan kişinin evinde makarna varsa bile iki gün boyunca da evden çıkamayacaksa, şeker içeren bazı yiyecekler de alıp kendilerini daha iyi hissedebilir ve bu yaşanılan durumla da baş edebilme kapasitesini arttırmış olabilir. Sizin duygu düzenleme besininiz nedir?
İnstagram:@psk_merveakyildiz